MERSİN'DE SU
KUYULARI
Mersin'de yerleşik
hayata geçen yörükler; yaşadıkları konutlar gibi su ihtiyaçlarını
karşıladıkları kuyulara da kendi stillerini uygulamışlardır.
Mersin'in kent
merkezinde yerleşik hayat sürenler ise şehir yerleşim alanının rakımının deniz
seviyesine yakın olması nedeni ile genelde artezyen kuyularını tercih
etmişlerdir. Artezyen kuyularının borularının üzerine tulumba denilen kollu bir
alet yerleştirilirdi. Tulumbaların önünde küçük bir havuz ve yalak yapılırdı.
Tulumbalar da bu kol aşağı yukarı ittirilerek suyun tulumbanın ağzından akması
sağlanır ve akan sular ile kap-kacak doldurulur, el yüz yıkanır, varsa
hayvanlar sulanır, su içilirdi. Bazen tulumbalar hava yapar ve su çekmezdi. Bu
sefer de tulumbanın ağzından içerisine doğru su doldurulur ve sonra tekrar su
çekmesi sağlanırdı. Şehir içerisinde kuyular yok denecek kadar azdı. Şehrin
büyümesi ve sağlıklı su (artezyen sularına foseptik karışıyordu) ihtiyacını
karşılamak amacı ile Üseli (Karaisalı) Köyü yakınına Efrenk (Müftü) Deresi
üzerine bent yapılmış ve buradan şehrin içme suyu temini uzun yıllar
sağlanmıştır.
Köyler ise
rakımlarının daha yüksek olması nedeni ile su ihtiyaçları için kuyuları tercih
etmişlerdir. Kuyular toprak zeminden başlayarak 1,5-2 m çapında bir dairesel
bölgeden kazılmaya başlanırdı. Kuyu kazma ustaları çok önemli idi. Çünkü aynı
ölçüde kuyuyu tabana kadar kazmak gerekirdi. Yamuk yumuk kazılan kuyularda
göçme tehlikesi fazla olurdu. Yerine göre 8m'den 35-40 m'ye kadar kazılan
kuyular olurdu. Benim tanıdığım iki kuyucu vardı (ikisi de rahmetli oldular).
Birisi Niğdeli Ali usta, diğeri ise Kürt Sofi dayı (gerçek ismini kimse
bilmezdi. Hacıya gitmiş gibi sakal bırakır, Marlboro'dan aşağı sigara içmez,
birayı da iyi içerdi. Rahmetli bizleri de çok severdi. Birçok işimizde
çalıştırmıştık). Hem Ali ustanın hemde Sofi dayının kuyu kazmalarını görmüştüm.
Ali usta iyi çalışır fakat ücreti biraz fazla idi. Sofi dayının ise iki paket sigarasını
al, karnını doyur, birazda cebine üç beş kuruş para koy tamamdı. Kuyucular işi
ya kabala (götürü usulü) ya metre hesabı, yada yevmiye ile kazarlardı. Bir gün
köyümüzden birileri Sofi dayıya kuyu kazdırırken, Sofi dayıyı kuyuda bırakıp
yemeye içmeye gitmişler. Tabi saatler geçmiş Sofi dayı bağırıp yardım
istemekten bitap düşmüş. Bizimkilerin aklına saatler sonra Sofi dayının kuyuda
olduğu akıllarına gelmiş ve kurtarmaya gelmişler. Sofi dayı çok saf ve temiz
yürekli bir insandı. Bunların defalarca özür dilemeleri üzerine kızgınlığı
geçmiş. Genelde kuyuda kayalık bir alana geldiğinde kuyucuların büyük kısmı işi
bırakır fakat Sofi dayı iğneyle kuyu kazar gibi o kayalık kısmı çiviler (bir
iki parmak kalınlığında sivri demir) ve balyoz (biz halk arasında "zomb"
deriz) ile günlerce uğraşarak delerdi. Kuyuların ağzına kuyu dolabı (çıkrık)
denilen bir alet kurulur, bu dolaba halat veya zincir bağlanır ve dolanırdı.
Halatın ucuna bir büyük kova bağlanır ve bu yolla kuyunun içerisinde kazılan
taş, toprak parçaları kuyu dışına çıkarılırdı. Kuyu içerisinde bir kişi
çalışırken dışarıda genellikle iki kişi olurdu. Çünkü kuyunun içerisine
kazıcıyı indirmek, çıkarmak için çok güç gerekirdi. Kuyu kazma işi tehlikelerle
dolu olan bir iştir. Kuyu göçük yapabilir ve altında kalabilirdiniz, kuyu
içerisinde biriken gaz zehirlenmesine neden olabilirdi, kuyudan çıkarılan taş
ve toprak parçaları üzerinize düşebilirdi veya halattan kopan kova üzerinize
düşebilirdi, bazen kuyu içerinde iken dışarıdan içeridekine gönderilen kazma veya
kürek üzerine düşebilirdi, güçlü bir su damarının bulunması ile ani su baskını
ile yüzme bilmiyor ise boğulabilirdi. Bunların hepsi kuyuculukta yaşanmış
olaylardır. Kuyudan çıkan ilk sular kova ile dışarı atılırken, su miktarının
artması ile motorlu su çekme düzeneği kurulur ve biriken sular öyle dışarı
atılırdı. Kuyularda daha fazla su birikmesi amacı ile kuyuların tabanından
karşılıklı olarak 15-20 m'yi bulan tüneller de kazılırdı. Bazı kuyularda daha
fazla su elde edebilmek için kuyu tabanına artezyen vurdurulurdu. Yine kuyu
ağzından aşağıya doğru göçük olmaması için kuyu duvarının 4-5 m'sine kalıplara
beton dökülürdü. Kuyular genellikle yüksek yerlere değil daha alçak yerlere
veya koyaklara (küçük vadi diyebiliriz) kazdırılırdı. Amaç hem rakımdan kazanmak
hemde yamaçlardan gelen suların kuyuları beslemesi idi. Her kazılan kuyudan su
çıkması garanti olmadığı için çok riskli ve masraflı bir iştir. Bazılarının
suyu acı, bazılarının tuzlu, bazılarının da kireçli olurdu. Bu kuyu suları
günlük kullanım amaçlı kullanılırdı. İçme suyu olarak kullanılmazdı. Genelde
kuyu açtırma işi paralı olanların yaptıracağı bir işti. Benim dedemin açtırdığı
kuyu sayısı altı idi (Arazisi fazla ve biraz varlıklı idi). Bunlardan beş
tanesi verimli oldu. Tabi kazdırdığı bu kuyuların beş tanesi tarımsal sulama
amaçlı idi. Tarımsal sulama amaçlı açılan kuyuların bir estetik özelliği
yoktur.
Köylerde sulama
amaçlı açılan kuyuların ağız kısmından itibaren yaklaşık 1-1,5 metre
yüksekliğinde altı ile dokuz metrekare genişliğinde taşlardan karesel bir
yükseklik oluşturulur ve bu düzlem içerisine en az bir tane yalak yapılırdı. Bu
yalakların taban kısmında bir delik bırakılırdı. Bu yalakların amacı hayvanları
sulamak ve yaban hayvanlarının da sudan sebeplenmesini sağlamaktı. Yalakların alt
kısmına bırakılan delik ise yalaktaki eski suların akıtılması ve temizlenmesi
amacı taşırdı. Yalağın bu deliğini ya tahta yada bez parçaları ile tıkardık. Bu
şekilde yapılmış kuyuların üzerine çıkmak için yine taştan iki üç basamaklı
merdiveni olurdu. Kuyunun ağzına kalın dayanıklı iki ahşap direk üzerine kuyu
dolabı (çıkrık) yerleştirilirdi. Bu dolapların bir tarafında "L"
şeklinde demir bir kol (dolabı çevirmeye yarar), diğer tarafında ise at
arabalarının tekerleği benze ve büyüklükte bir çember yerleştirilirdi. Bu
çemberin içinden geçen dokuz on tane tahta çemberin dışından geçen metal
kasnağın altında bulunan tahta kasnağa geçirilmiş olurdu. Dolap silindirik bir
yapıda olup uzunluğu 1-1,5 m kadar olurdu. Dolaba sarılan halat veya zincirin
ucu kasnağın tahtalarından birisine bağlanırdı. Su çekmek için halatın ucuna
kova, büyük bakraç veya yağ tenekelerini ağız kapağı kesilmiş, ağız kısmına
karşılıklı çakılmış bir ahşap parçasının bağlanması ile su çekme kabı
oluşturulurdu.
Kuyudan eve su
götürmek için eşeğin palanının üzerine heybe (bir veya iki gözden oluşan,
içerisine eşya koyup eşek, at, bisiklet, motosiklet veya omuz üzerinde taşınan
dokuma) atar ve heybenin gözlerine ahşap ve çinkodan yapılmış yuvarlak fıçılar,
toprak testiler veya yağ tenekelerinden oluşturulmuş teneke su kabını koyar ve
su getirmeye giderdik. Daha çok su getireceksek iki heybeyi eşeğin palanı
üzerine çapraz atar ve dört su kabı taşırdık. Kuyudan suyu çeker kaplarımızı
doldurur ve tekrar eve dönerdik. Bu arada yalağı da doldurarak eşeğimizi de
sulardık. Bu su taşıma işi günde üç dört kez yapılırdı. Kolay mı taşıma su ile
değirmen döndürmek!...Hayvanlarımızı da bu kuyuların başına getirerek suyu
çeker yalağı doldurur ve oradan sulardık. Eşeğin heybesindeki kaplar eşit
ağırlıkta olmadığı zaman hafif olan heybe gözüne ayağımızla basarak dengeyi
sağlamaya çalışırdık. Aslında küçüklüğümde hani bazen facede görüp de
beğendiğiniz gibi heybe gözünde çok oturup yolculuk yapmışlığım vardır. Ne
yalan söyleyeyim heybenin gözüne sığıyorsanız çok rahat olduğunu
söyleyebilirim. Çünkü dokuma olduğu için yatak içerisindeymişsiniz hissini
veriyordu. Ben büyük keyif alırdım. İçme suyu taşıdığımız kaplar içerisinde
tahta fıçının ve toprak testilerin suyu daha çok içilirdi...hakikaten suyun
serinliğini uzun süre muhafaza ediyorlardı.
Kuyulardan
bahsetmişken...kuyu suları toprak içerisinden süzülerek gelir ve dinlenmiş
sudur. Tarımda kullandığımızda narenciye bahçesini suladıktan on beş gün sonra
ağaçlar tekrar susardı. Kanal suyu geldikten sonra bahçeyi sulardık neredeyse
kırk gün ağaçlar susamazdı. Onlarca yıl kullandığımız tarlalarda kanal suyu
kullandıktan sonra toprağın verimliliği hızla düştü. Çünkü kanal suyu dinlenmiş
su değil ve süzülmeden geliyor, her türlü minerali de taşıyor. Sebzelerde her
türlü hastalık oluşmaya başlamıştı. Bereket damlama sulama sistemi geldi de
topraklar kurtuldu diyeceğim....demeyeyim. Kanal suyu geç geldi, artık şehir
topraklarımıza girdi, kanal şehrin içerisinde kaldı. Yani kanalın sulayacağı
alan en azından Mersin merkez içerisinde kalmadı diyebiliriz.
Mersin köy
kültürümüz yaşatan evlerimiz gibi kuyularımızda birer birer yok oluyor...çünkü
içme suları artık evlerimize girdi ve kuyuların işlevleri yok oldu. Hal böyle
olunca da insanlar sinek yapıyor, koku yapıyor, içerisine bir canlı düşebilir
korkusu ile o güzelim kuyuları yok ediyorlar. Bu güzelliklerin hepsi olmasa
bile bazılarının koruma altına alınması gerekiyor.
Eveeet....ne kadar
korunması gereken değerlerimiz var. Bizde bu geçmiş yaşam kültürlerini gelecek
nesillere taşımak için varız, öyle değil mi?
24.07.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder