8 Ağustos 2015 Cumartesi

MERSİN'DE SU KUYULARI

MERSİN'DE SU KUYULARI
Mersin'de yerleşik hayata geçen yörükler; yaşadıkları konutlar gibi su ihtiyaçlarını karşıladıkları kuyulara da kendi stillerini uygulamışlardır.
Mersin'in kent merkezinde yerleşik hayat sürenler ise şehir yerleşim alanının rakımının deniz seviyesine yakın olması nedeni ile genelde artezyen kuyularını tercih etmişlerdir. Artezyen kuyularının borularının üzerine tulumba denilen kollu bir alet yerleştirilirdi. Tulumbaların önünde küçük bir havuz ve yalak yapılırdı. Tulumbalar da bu kol aşağı yukarı ittirilerek suyun tulumbanın ağzından akması sağlanır ve akan sular ile kap-kacak doldurulur, el yüz yıkanır, varsa hayvanlar sulanır, su içilirdi. Bazen tulumbalar hava yapar ve su çekmezdi. Bu sefer de tulumbanın ağzından içerisine doğru su doldurulur ve sonra tekrar su çekmesi sağlanırdı. Şehir içerisinde kuyular yok denecek kadar azdı. Şehrin büyümesi ve sağlıklı su (artezyen sularına foseptik karışıyordu) ihtiyacını karşılamak amacı ile Üseli (Karaisalı) Köyü yakınına Efrenk (Müftü) Deresi üzerine bent yapılmış ve buradan şehrin içme suyu temini uzun yıllar sağlanmıştır.
Köyler ise rakımlarının daha yüksek olması nedeni ile su ihtiyaçları için kuyuları tercih etmişlerdir. Kuyular toprak zeminden başlayarak 1,5-2 m çapında bir dairesel bölgeden kazılmaya başlanırdı. Kuyu kazma ustaları çok önemli idi. Çünkü aynı ölçüde kuyuyu tabana kadar kazmak gerekirdi. Yamuk yumuk kazılan kuyularda göçme tehlikesi fazla olurdu. Yerine göre 8m'den 35-40 m'ye kadar kazılan kuyular olurdu. Benim tanıdığım iki kuyucu vardı (ikisi de rahmetli oldular). Birisi Niğdeli Ali usta, diğeri ise Kürt Sofi dayı (gerçek ismini kimse bilmezdi. Hacıya gitmiş gibi sakal bırakır, Marlboro'dan aşağı sigara içmez, birayı da iyi içerdi. Rahmetli bizleri de çok severdi. Birçok işimizde çalıştırmıştık). Hem Ali ustanın hemde Sofi dayının kuyu kazmalarını görmüştüm. Ali usta iyi çalışır fakat ücreti biraz fazla idi. Sofi dayının ise iki paket sigarasını al, karnını doyur, birazda cebine üç beş kuruş para koy tamamdı. Kuyucular işi ya kabala (götürü usulü) ya metre hesabı, yada yevmiye ile kazarlardı. Bir gün köyümüzden birileri Sofi dayıya kuyu kazdırırken, Sofi dayıyı kuyuda bırakıp yemeye içmeye gitmişler. Tabi saatler geçmiş Sofi dayı bağırıp yardım istemekten bitap düşmüş. Bizimkilerin aklına saatler sonra Sofi dayının kuyuda olduğu akıllarına gelmiş ve kurtarmaya gelmişler. Sofi dayı çok saf ve temiz yürekli bir insandı. Bunların defalarca özür dilemeleri üzerine kızgınlığı geçmiş. Genelde kuyuda kayalık bir alana geldiğinde kuyucuların büyük kısmı işi bırakır fakat Sofi dayı iğneyle kuyu kazar gibi o kayalık kısmı çiviler (bir iki parmak kalınlığında sivri demir) ve balyoz (biz halk arasında "zomb" deriz) ile günlerce uğraşarak delerdi. Kuyuların ağzına kuyu dolabı (çıkrık) denilen bir alet kurulur, bu dolaba halat veya zincir bağlanır ve dolanırdı. Halatın ucuna bir büyük kova bağlanır ve bu yolla kuyunun içerisinde kazılan taş, toprak parçaları kuyu dışına çıkarılırdı. Kuyu içerisinde bir kişi çalışırken dışarıda genellikle iki kişi olurdu. Çünkü kuyunun içerisine kazıcıyı indirmek, çıkarmak için çok güç gerekirdi. Kuyu kazma işi tehlikelerle dolu olan bir iştir. Kuyu göçük yapabilir ve altında kalabilirdiniz, kuyu içerisinde biriken gaz zehirlenmesine neden olabilirdi, kuyudan çıkarılan taş ve toprak parçaları üzerinize düşebilirdi veya halattan kopan kova üzerinize düşebilirdi, bazen kuyu içerinde iken dışarıdan içeridekine gönderilen kazma veya kürek üzerine düşebilirdi, güçlü bir su damarının bulunması ile ani su baskını ile yüzme bilmiyor ise boğulabilirdi. Bunların hepsi kuyuculukta yaşanmış olaylardır. Kuyudan çıkan ilk sular kova ile dışarı atılırken, su miktarının artması ile motorlu su çekme düzeneği kurulur ve biriken sular öyle dışarı atılırdı. Kuyularda daha fazla su birikmesi amacı ile kuyuların tabanından karşılıklı olarak 15-20 m'yi bulan tüneller de kazılırdı. Bazı kuyularda daha fazla su elde edebilmek için kuyu tabanına artezyen vurdurulurdu. Yine kuyu ağzından aşağıya doğru göçük olmaması için kuyu duvarının 4-5 m'sine kalıplara beton dökülürdü. Kuyular genellikle yüksek yerlere değil daha alçak yerlere veya koyaklara (küçük vadi diyebiliriz) kazdırılırdı. Amaç hem rakımdan kazanmak hemde yamaçlardan gelen suların kuyuları beslemesi idi. Her kazılan kuyudan su çıkması garanti olmadığı için çok riskli ve masraflı bir iştir. Bazılarının suyu acı, bazılarının tuzlu, bazılarının da kireçli olurdu. Bu kuyu suları günlük kullanım amaçlı kullanılırdı. İçme suyu olarak kullanılmazdı. Genelde kuyu açtırma işi paralı olanların yaptıracağı bir işti. Benim dedemin açtırdığı kuyu sayısı altı idi (Arazisi fazla ve biraz varlıklı idi). Bunlardan beş tanesi verimli oldu. Tabi kazdırdığı bu kuyuların beş tanesi tarımsal sulama amaçlı idi. Tarımsal sulama amaçlı açılan kuyuların bir estetik özelliği yoktur.
Köylerde sulama amaçlı açılan kuyuların ağız kısmından itibaren yaklaşık 1-1,5 metre yüksekliğinde altı ile dokuz metrekare genişliğinde taşlardan karesel bir yükseklik oluşturulur ve bu düzlem içerisine en az bir tane yalak yapılırdı. Bu yalakların taban kısmında bir delik bırakılırdı. Bu yalakların amacı hayvanları sulamak ve yaban hayvanlarının da sudan sebeplenmesini sağlamaktı. Yalakların alt kısmına bırakılan delik ise yalaktaki eski suların akıtılması ve temizlenmesi amacı taşırdı. Yalağın bu deliğini ya tahta yada bez parçaları ile tıkardık. Bu şekilde yapılmış kuyuların üzerine çıkmak için yine taştan iki üç basamaklı merdiveni olurdu. Kuyunun ağzına kalın dayanıklı iki ahşap direk üzerine kuyu dolabı (çıkrık) yerleştirilirdi. Bu dolapların bir tarafında "L" şeklinde demir bir kol (dolabı çevirmeye yarar), diğer tarafında ise at arabalarının tekerleği benze ve büyüklükte bir çember yerleştirilirdi. Bu çemberin içinden geçen dokuz on tane tahta çemberin dışından geçen metal kasnağın altında bulunan tahta kasnağa geçirilmiş olurdu. Dolap silindirik bir yapıda olup uzunluğu 1-1,5 m kadar olurdu. Dolaba sarılan halat veya zincirin ucu kasnağın tahtalarından birisine bağlanırdı. Su çekmek için halatın ucuna kova, büyük bakraç veya yağ tenekelerini ağız kapağı kesilmiş, ağız kısmına karşılıklı çakılmış bir ahşap parçasının bağlanması ile su çekme kabı oluşturulurdu.
Kuyudan eve su götürmek için eşeğin palanının üzerine heybe (bir veya iki gözden oluşan, içerisine eşya koyup eşek, at, bisiklet, motosiklet veya omuz üzerinde taşınan dokuma) atar ve heybenin gözlerine ahşap ve çinkodan yapılmış yuvarlak fıçılar, toprak testiler veya yağ tenekelerinden oluşturulmuş teneke su kabını koyar ve su getirmeye giderdik. Daha çok su getireceksek iki heybeyi eşeğin palanı üzerine çapraz atar ve dört su kabı taşırdık. Kuyudan suyu çeker kaplarımızı doldurur ve tekrar eve dönerdik. Bu arada yalağı da doldurarak eşeğimizi de sulardık. Bu su taşıma işi günde üç dört kez yapılırdı. Kolay mı taşıma su ile değirmen döndürmek!...Hayvanlarımızı da bu kuyuların başına getirerek suyu çeker yalağı doldurur ve oradan sulardık. Eşeğin heybesindeki kaplar eşit ağırlıkta olmadığı zaman hafif olan heybe gözüne ayağımızla basarak dengeyi sağlamaya çalışırdık. Aslında küçüklüğümde hani bazen facede görüp de beğendiğiniz gibi heybe gözünde çok oturup yolculuk yapmışlığım vardır. Ne yalan söyleyeyim heybenin gözüne sığıyorsanız çok rahat olduğunu söyleyebilirim. Çünkü dokuma olduğu için yatak içerisindeymişsiniz hissini veriyordu. Ben büyük keyif alırdım. İçme suyu taşıdığımız kaplar içerisinde tahta fıçının ve toprak testilerin suyu daha çok içilirdi...hakikaten suyun serinliğini uzun süre muhafaza ediyorlardı.
Kuyulardan bahsetmişken...kuyu suları toprak içerisinden süzülerek gelir ve dinlenmiş sudur. Tarımda kullandığımızda narenciye bahçesini suladıktan on beş gün sonra ağaçlar tekrar susardı. Kanal suyu geldikten sonra bahçeyi sulardık neredeyse kırk gün ağaçlar susamazdı. Onlarca yıl kullandığımız tarlalarda kanal suyu kullandıktan sonra toprağın verimliliği hızla düştü. Çünkü kanal suyu dinlenmiş su değil ve süzülmeden geliyor, her türlü minerali de taşıyor. Sebzelerde her türlü hastalık oluşmaya başlamıştı. Bereket damlama sulama sistemi geldi de topraklar kurtuldu diyeceğim....demeyeyim. Kanal suyu geç geldi, artık şehir topraklarımıza girdi, kanal şehrin içerisinde kaldı. Yani kanalın sulayacağı alan en azından Mersin merkez içerisinde kalmadı diyebiliriz.
Mersin köy kültürümüz yaşatan evlerimiz gibi kuyularımızda birer birer yok oluyor...çünkü içme suları artık evlerimize girdi ve kuyuların işlevleri yok oldu. Hal böyle olunca da insanlar sinek yapıyor, koku yapıyor, içerisine bir canlı düşebilir korkusu ile o güzelim kuyuları yok ediyorlar. Bu güzelliklerin hepsi olmasa bile bazılarının koruma altına alınması gerekiyor.

Eveeet....ne kadar korunması gereken değerlerimiz var. Bizde bu geçmiş yaşam kültürlerini gelecek nesillere taşımak için varız, öyle değil mi?                                                                                                       



24.07.2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder